Düğünlerin Tarihçesi: Renkler, Gelenekler ve Batıl İnançlar

Düğünlerin Tarihçesi: Renkler, Gelenekler ve Batıl İnançlar

Eski zamanlarda gelinliğin rengi popüler bir şans kaynağı olarak görülüyordu. Modern tıptan önce uzun ve sağlıklı bir ömür elde etmek kolay değildi, bu sebeple insanlar bu batıl inanç ile iyi şansa sahip olmaya çalıştılar. Evlilikle, bir kızın doğurganlığı ve yeni evindeki mutluluğuyla ilgili pek çok hurafe ortaya çıktı.

Beyaz veya değişik beyaz türleri daima favoriydi ve kızın masumiyetini yakında değişecek olan statüsünü simgeliyorlardı. Ancak pek çok amaç için kullanılan bir renk olmayıp daima favori tercih de değildi. Meryam Ana ile ilişkilendirilen mavi başka bir saflık simgesiydi ve geleneksel olarak sadakat ile sonsuz aşkı simgelerdi (sonuç olarak nişan yüzüklerindeki safir popülaritesi anlaşılabilir).

Mavi giyen gelinler kocalarının onlara daima sadık olacağına inanıyorlardı ve elbiselerinin kendisi mavi olmasa bile, eşleriyle ilgili olarak mutlaka mavi bir şeyler giyiyorlardı. Bu günümüze kadar ulaşan başka bir gelenektir.

Pembe diğer bir popüler renk olarak bir Mayıs düğünü için en uygun renk olarak görülüyordu. Çoğu ten rengini olduğundan güzel gösterir ve kızlık çağıyla ilgilidir ancak bazı batıl inançlar talihsizlik getirdiği ilişkisini kurmaktadır - “Pembe giyerek evlenirsen şansın yaver gitmez!” Koyu kırmızı ton kesinlikle bir Viktorya devri tabusuydu zira ahlaksız kadınlarla ilişkilendirilmişti.

Popüler olmayan tonlardan biri de yeşildi. Bu perilerin rengi olarak görülüyordu ve geçiş sırasında bu küçük halkın dikkatini çekmenin kötü şans getireceği düşünülüyordu. Ayrıca taze yaprakların bereketiyle bağ kurulduğundan yağmurun önemli günü mahvetmesi söz konusuydu.

Evde dokunmuş elbise günlerine geri dönersek, bej veya kahverenginin herhangi bir doğal tonu oldukça köylü görülürdü. “Kahverengi giyerken evlenen kentin dışında yaşar” sözü köylü olmanın ve şehre asla uyum sağlayamayacak olmanın imasıydı.

Açık sarı ton değişik popülerliğe sahipti. On sekizinci yüzyılda bir süreliğinde moda renkti ve pek çoğu tarafından giyilmekteydi ancak bundan önce Hristiyan olmayanlar ve dinsizlerle ilişkilendirilmekteydi ve dolayısıyla kilisede giyilmemesi gereken dine aykırı bir tondu.

Daha düşük sınıflardaki gelinler için gri son derece yaygın bir gelinlik rengiydi zira gezme elbisesi olarak tekrar kullanılabilecek kullanışlı bir renkti ve fazlasıyla saygın bir giysi olarak görülüyordu.

Viktorya döneminde ise ev hizmetindeki kızlarla ilişkilendirildi zira her yıl çalışanları onlara yeni bir gri elbise veriyordu. Tabi ki ölüm ve yas ile temelli olarak bağlantılandırılan daha koyu siyah ton yasaktı. Hatta bazı yerlerde misafirlerin dahi giymesine izin verilmezdi zira kötüye alamet olarak görülürdü ve yakın dönemde dul kalanlar o gün için geline hürmeten yaslarını kırmızı bir elbise giyerek sürdürürlerdi. Bu da düğün yası olarak görülen kırmızıya karşı duyulan antipatiyi daha da derinleştirdi.

Ekonomilerinden ötürü yakında sıradan günlük bir giysi haline gelecek elbiseler giymek zorunda kalanlar geçici dekorasyonla güne özel süslemeler yaparlardı. Ondokuzuncu yüzyıla kadar kurdeleler fiyonk veya “aşk düğümleri” şeklinde bağlanır ve elbiseye gevşek şekilde ilave edilirdi. Bu “gelin bağları” tören sonrası eğlence sırasında misafirlerce çekilir ve düğün hediyeleri ya da hatıraları olarak saklanırdı. Bu gelenek gitgide yok oldu ve yerine çiçekler geldi. Misafirlere yakaya takılan çiçekler verilirdi ve gelin saçına çiçekler takardı, veya korsaj ya da etek etrafında çelenk şeklinde giyilir ya da buket olarak tanışırdı. Gelenek bugün de sürmektedir. Avrupa ve Kuzey Amerika boyunca gelinin kabulde buketini fırlatması ve bulunan tüm kadınların yakalamaya çalışması bir gelenektir. Buketi yakalayan kadının bir sonraki evlenen kişi olacağı söylenir. Peki neden?

Ortaçağ Avrupa’sında bir gelin için normalde tekrar düğün elbisesini giymesi beklenen bir durum değildir ve elbise diğer kadınlar için tıpkı doğurganlık tılsımı gibi iyi şans kaynağı olarak görülür. Düğünün ardından bekar kadınlar gelini kovalar ve elbisesinden parçalar kopartarak paçavralar içinde bırakırlardı. Zamanla düğün elbiseleri daha pahalı hale geldi ve kadınların onları hatıra olarak veya düğününde kızına vermek için saklaması bir gelenek oldu. Düğün elbisesinin yırtılmasını önlemek için gelinler dikkat dağıtmak amacıyla başka nesneler fırlatmaya başladılar ve bunlardan birisi de dizbağıydı.

Daha sonra buket en geleneksel fırlatma nesnesi haline geldi. Düğün buketi özellikle bunun için oldukça uygun zira çiçekler bereketi simgeler ve bozulmaya elverişli olduklarından gelinin tutmak isteyebileceği bir şey değildir. Buket ayrıca diz bağına göre fırlatması daha güvenli bir nesne zira sabırsız ve ele avuca sığmaz düğün misafirleri bazen gelinden bu diz bağını hala giyerken almaya çalışabiliyordu.

IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.